Halk kültürüne
ait ürünlerin en yoğun biçimde görüldüğü dönemler, doğum, evlenme ve ölüm gibi
normal şartlarda hemen her insanın başından geçen ve insan hayatında
başlangıçların ve bitişlerin dönüm noktası olarak kabul edebileceğimiz
zamanlarda yapılan uygulamalar ve bunlara bağlı olarak teşekkül eden
inançlardır. Biz burada Giresun ve çevresinde doğum olayı etrafında oluşmuş
gelenek, görenek ve uygulamalar hakkında bilgi vereceğiz.
Hamile
kalmak için başvurulan yollar
Memleketimizin hemen her bölgesinde olduğu
gibi Giresun ve çevresinde de evlenmekten maksat mutlu bir yuva kurmak,
ailesine, vatanına, milletine, devletine, hayırlı evlatlar yetiştirmektir.
Bundan dolayı çocuksuzluk veya çocuk olmaması ailelerin özellikle de evlenen
çiftlerin anne babalarının en büyük beklentileri ve tasalarıdır. Bu
beklentinin bir göstergesi olarak gelin eve geldiğinde genellikle gelinin
kucağına bir çocuk verilir.
Çocuk
sahibi olmak arzusu çerçevesinde Giresun ve çevresinde çocuğu olmayan
kadınlarla ilgili olarak halk arasında birçok uygulamanın yapıldığını
görmekteyiz. Bu uygulamaların neler olduğuna geçmeden önce, bunların çoğunun
bundan yarım asır önce yapılan uygulamalar olduğunu, günümüzde hemen herkesin
doktora giderek tıbbî yöntemlerle çocuk sahibi olmaya çalıştığını
belirtmeliyiz. Ancak özellikle yaşlı anneler veya nineler, biraz da
gelin uysal başlı ise geleneksel tedavi yollarını denemeyi de ihmal etmezler.
Bu tür yollara başvurmada eğitim seviyesinin ve gelir düzeyinin düşüklüğü
önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır.
Geçmişte çocuğu olmayan kadınlara iğelik
verildiğini görüyoruz. İğelik çocuk sahibi olmak isteyen kadının kaynar su
kazanına sokulması, baharatlı maddeler yedirmek ve bunları yakarak buğusuna
oturtmak, perhiz tutturmak, su içirmemek, bulgurlu, ekşili, turşulu şeyler
yedirmemek, yumurta, bezir yağı ve kireçle karıştırılarak elde edilen yakıyı
hamamda kadının beline vurmak, kadını fırına sokmak suretiyle yapılabilir. Bu
tür uygulamalardan maksat rahmin ısınması, üşütme vs. gibi bir sebepten çocuk
olmuyorsa bunun ortadan kalkmasının sağlanmasıdır. Ayrıca çocuğu olmayan kadın
mayıs ayında seher vakti çayırlarda gezip, eve döndüğü vakit bir bardak süt
içtikten sonra kocasıyla ilişkiye girerse çocuk olacağına inanılır. Ayrıca
tavşanın erkek ve dişilik organları ateşte kızartılıp karı-koca tarafından
yenilmesinden sonra da çocuğun olacağına inanılır.
Giresun
çevresinde hamile kalmak için yapılan uygulamalardan biri de sıcağa oturtmadır.
Bunun için başta ısırgan otu olmak üzere, birkaç çeşit ot toplanıp bir karışım
hazırlanır. Hazırlanan bu karışım bir kaba konularak üzerine kaynar su dökülür.
Hamile kalmak isteyen gelin bu sıcak buğunun üzerine oturtulur.
Çocuk sahibi
olmak isteyen fakat olamayan ve dertlerine de tıbben şifa bulamayan insanların
en fazla yaptıkları uygulamalardan biri de birçok yerde görüldüğü gibi evliya
türbelerini ziyaret ederek oralarda dualar etmek, çocuk sahibi olmaları durumunda
adaklar adamak, hocaya gitmek gibi çeşitli uygulamalar yapılır. Bunların
yanında hiçbir şekilde derdine derman bulamayan insanlar tıbbi olarak
çocuklarının olmayacaklarına kesin olarak ikna olmamışlarsa kendilerine
söylenen her şeyi denerler.
Çocuğun cinsiyetinin
belirlenmesi
Günümüzde anne
karnındaki çocukların cinsiyeti her ne kadar daha çok ultrason aleti yardımıyla
tespit edilmeye çalışılsa da özellikle yaşlılar, bu tespitten önce yaptıkları
çeşitli uygulamalarla çocuğun cinsiyetini tayin etmeye çalışırlar. Örneğin
hamile kadın eve girdiğinde yere iki tane minder atarlar. Bu minderlerden
birinin altına makas, diğerinin altına bıçak koyarlar. Hamile makasın olduğu
minderin üstüne oturursa çocuğun kız, bıçağın üstüne oturursa çocuğun erkek
olacağına yorarlar.
Hamile kadının
karnı yuvarlak ise çocuğun erkek, sivri ise kız; karnı yayvan, yüzü çillenmiş
ise kız, bunun tersi bir durum söz konusu ise erkek; hamileliğin ilk
günlerindeki aşerme denilen dönemde hamilenin canı ekşi isterse çocuğun kız,
tatlı veya hiçbir şey istemezse erkek, birleşmeden
sonra kadın sağ tarafına yatarsa oğlan, sol tarafına yatarsa kız; Çocuk
ayın on beşine kadar doğarsa kız, ayın on beşinden sonra doğarsa erkek; kadının karnı çatlarsa ikiz olacağına
inanılır.
Hamilelik
dönemi ve doğuma hazırlık
Hamile olan evde hiç kimse, özellikle de anne
baba heybe üzerine oturmaz. Oturdukları takdirde bebeğin ikiz olacağına
inanılır. Aşeren kadınlara kuvvetli yiyecek vermezler ve yedirtmezler. Hamile
kadının kuvvetli yiyecekler yediğinde doğacak bebeğin küçük ve zayıf, tatlı
şeyler ve bol meyve yedirildiği takdirde doğacak çocuğun çok güzel olacağına
inanılır. Bu yüzden hamile kadınlara mümkün olduğu kadar tatlı yiyecekler ve
meyve yedirilmeye çalışılır.
Hamile kadınlara yılan ve tavşan gösterilmez.
Hamile kadın yılan görürse doğacak bebeğin uzun zaman yürüyemeyeceğine, tavşan
gördüğü takdirde ise çocuğun dudaklarının tavşan dudağı gibi dilik olacağına
inanılır. Bu durumda derhal hamile kadının gömleğinin yakası yırtılır.
Hamile bayanlara manda yoğurdu ve eti
yedirilmez. Yedirildiği takdirde o kadının manda gibi bir yılda doğuracağına
inanılır. Hamileliğin son günlerinde yedirilir ki doğumun rahat olacağı inancı
vardır.
Hamile kadına
el değirmeni çevirtilmez, aksi takdirde bebeğin şaşı gözlü olacağına inanılır.
Hamile kadın hamilelik süresince saçını kesemez. Eğer keserse çocuğun ömrünün
az olacağına inanılır. Hamile kadının kocasının tavuk, horoz kesmesini,
herhangi bir hayvanı öldürmesini iyi saymazlar. Sözgelimi horoz kesmişse
çocuğun ilerde horoz gibi, yılan öldürmüşse yılan gibi ses çıkaracağına
inanırlar.
Hamile kadın
aş ererken tavuk eti yerse, çocuğun derisinin de tavuk derisi gibi pütür pütür,
şeftali yerse çocuğunun derisinin de tüylü olacağına, kendi eliyle nar yerse,
elini neresine sürerse çocuğun o bölgesinin kırmızı olacağına inanılır. Yine
aşererken ciğere dokunup herhangi bir yerine sürerse doğan çocuğun da aynı
yerinde ciğer gibi bir ben olacağına inanılır.
Doğum olayı
Bir kadın
doğum yapacağı zaman komşulardan birkaç kişi yardıma gider. Bunlar evden içeri
girerken elbiselerinin etekleri sökülür. Böylece kadının daha rahat ve kolay
doğum yapacağına inanılır. Bebek doğar doğmaz, ebe tarafından göbeği bir karış
uzunluğunda ölçülerek düğümlenip kesilir. Annesi ve çocuk ılık su ile yıkanır,
ince tuzla çocuğun bütün vücudu tuzlanır, bezlere veya çaputlara sarılır,
şaldan veya bohçadan bir kundak yapılarak anasının yanına yatırılır.Çocuğun
ağzına her şeyden önce nohut tanesi büyüklüğünde tuzsuz tereyağı verilir.
Anasının ağız sütü yere sağdırılır ve çocuğun eşi hemen gömdürülür. Birkaç gün
sonra çocuğun altına höllük adı verilen ince bir kum ocakta ısıtılarak konmağa
başlar.
Çocuk
doğduktan sonra evde bulunanlara yemek verilir. Böylece yeni doğan bebeğin
büyüdüğünde aç gözlü olması engellenmiş olur. Bebeğin göbeği kesilince rast
gele bir yere atılmaz. Doğumdan sonra göbek bağı genellikle toprağa gömülür.
Kimi zaman bebeğin beşiğine bağlandığı ya da beşiğin altına konduğu da olur.
Göbek bağını bazı insanlar çeşitli yerlere koyarlar. Kimisi çocuğun ileride
okuması için okul duvarına koyar, cami avlusuna veya damına atılırsa imam,
okula atılırsa öğretmen veya okuyup büyük adam olacağına, eğer evden dışarı
rast gele bir yere atılırsa, bebeğin büyüdüğünde eve barka uğramayacağına, evde
bir yerlere konulursa evden dışarı çıkmayı sevmeyeceğine inanılır.
Göbek bağı
eğer uzun kesilmişse ileride çocuğun sesinin tiz olacağına inanılır. Bu
sebepten sesi tiz olan çocuklara, “Senin göbeğini uzun kesmişler, kim kesti?”
derler. Kısa kesildiğinde ses tonunun daha alçak olacağı söylenir.
Doğumdan
sonraki uygulamalar, ad verme
Doğumdan hemen
sonra kadının karnı bir bezle veya kuşakla gayet sıkı bir şekilde sarılır. Bu
uygulama hamilelik sürecin genişleyen ve şişen kadının karnının sarkık veya şiş
kalmasını önlemek içindir.
Bebek
doğduktan hemen sonra kem gözlerden ve nazardan korunması için ateşe tuz
atılarak bebek üç bu ateşin üzerinde üç defa döndürülür. Bebek doğduktan sonra
eve ilk olarak kim gelirse bebeğin huyunun ona çekeceğine inanılır. Bebeğe
dedesi, nine veya ailenin en büyüğü kulağına ezan okuyarak ad verir.
Baba bebeğin doğumunu müjdeleyenlere ve eve
geldiğinde bebeği kucağına verenlere çeşitli bahşişler verir. Evde dede,
babaanne veya ev halkının başka bir büyüğü yoksa çocuğa ad vermek babaya düşer.
Bu durumda baba bebeği kucağına aldıktan sonra Kıble’ye doğru dönerek bebeğin
kulağına sessizce ezan okur ve adını söyler. Genellikle ailenin en
büyüğünün veya saygı duyulan bir kişinin adı bebeğe verilir.
Doğumdan sonra anne kendini toparlayıncaya
kadar, yani yaklaşık bir hafta bebeğin ebesi
çocuğu yıkamak ve altını değiştirmekle sorumludur. Ebeye bu tür
hizmetlerine karşılık olarak bir miktar para ve çeşitli hediyeler verilir.
Doğumdan sonra doğuran kadınlara baba evinden bir takım lohusa elbisesi ve içi
çeşitli bebek malzemesiyle dolu bir beşik gönderilir.
Bebek kırkı çıkıncaya kadar her gün yıkanır.
Kırkı çıkmasına rağmen anasının lohusa sancısı devam ederse, çocuğun dayısı bir
akar suyu makasla keser ve bacımın sancısını kestim der. Böylece sancının kesileceğine
inanılır.
Bazı yerlerde
ise bebekler doğduktan sonra ilk kez yıkanırken suyunun içine bir miktar tuz
atılır. Daha sonraki yıkamalarda ise koltuklarının altına ve kasıklarına tuzlu
su sürülür. Bu büyüdüğünde çocuğunun teninin kokmaması için yapılır.
Çocukları
yaşamayan kadınlar, yeni doğan çocuklarının yaşaması için yedi Mehmet adlı
evden demir ve gümüş toplarlar. Gümüşü küpe, demiri bilezik yaptırarak çocuğun
kulağına ve bileğine takarlar. Bu küpe ve bileziği sabahleyin erkenden tek
ayaküstüne yapılması ve takılması gerekir.
Küpe ve
bilezik işi yapılmadığı takdirde 40 Mehmet adlı evden kırk türlü basma parçası
toplanılır ve bir içlik yapılarak çocuğun arkasına giydirilir.
Çocuğu
nazardan korumak için başındaki terlik adı verilen bereye tek veya yedi delikli
mavi boncuk ve tansık dikilir, boynuna ve urbasına hamaylı adı verilen gümüş
mahfaza içerisinde saklı muska takılır, it veya kurt dişi, domuz kılı ve yılan
kemiği asılır.
Yeni doğurmuş
bir kadına 15 gün çiçek koklatılmaz. Bilhassa lahana çiçeği koklamak kesinlikle
yasaktır. Koklatıldığı veya kokladığı takdirde o kadın ömrünün sonuna kadar
çocuğunun olmayacağına inanılır.
Loğusa ve
al basması
Doğumdan sonra
loğusa kadının sütünün hemen gelmesi ve bol olması için tatlı ve sulu şeyler
yedirilir ve içirilir. Loğusa kadına ağır işler yaptırılmaz ve üzüleceği şeyler
söylenmez. Gece dışarıya çıkmasına izin verilmez. Kırkı çıkıncaya kadar ne
çocuk ne de loğusa kadın yalnız bırakılmaz. Bu süre içinde çocuğun beşiğinin,
annenin yatağının üstünden babanın gömleği veya ceketi eksik edilmez. Bunların
yanında başlarını koydukları yastıklarının altına ayna, bıçak, makas gibi
şeyler konur.
Kırklı
kadınların ve çocukların yanında gece ve gündüz daima bir insan bulundurulur ve
yatırılır ve bu müddet içersinde ışık katiyen söndürülmez. Yalnız bırakıldığı
veya ışık söndürüldüğü takdirde “al basmasından” loğusanın ve çocuğun boğulup
öldürülmesinden korkulur. Yalnız bırakılmak zorunda kalındığı zaman yatağın
dört tarafına kıldan dokunmuş örmeler veya çullar serilir ve uçları sıkı bir
şekilde birbirine birleştirilir. Aynı zamanda loğusanın yastığına bir iğne
sokulur ve yanına bir çuvaldız bırakılır.
Bu hal ile
alkarısının örmeden içeri giremeyeceği girse bile üzerin bir iğne saplandığı
zaman daha gözden kaybolamayacağı ve daima elde tutulabileceği kanaati
beslenir. Bir de karasakız yapıştırmak suretiyle alkarısının tutulabileceği
düşüncesinde bulunulur.
Alkarısından
başka loğusa ve çocuk üzerine çöken Karakura (kabus) adı verilen bir şey daha
vardır ki loğusa yanında yatan insan bunları, çökecek karakuradan korumuş olur.
Kırklı eve et
getirilmez, getirildiği takdirde çocuğun basık kalacağı düşünülür. Bilmeyerek
getirildiği veya getirilmek zorunda kalındığı zaman gelen etten ufacık bir
parça kesilerek suyun içine atılır. Bu etli su ile hem anne hem de çocuk
yıkanır. Suya atılmadığı takdirde kesilen et parçası gerek çocuğun gerekse
annenin ayakları altına konur ve onlar bu et üzerinde çimdirilir. Böylelikle
ana ve çocuk basık kalmaktan kurtarılmış olur.
Kırk
basması
Eğer kırklı bebeğin üstüne ölü salı gelirse çocuk
basık olur ve ayakları ters döner. Basıklığın giderilmesi için mum eritilerek
önce başına, sonra kollarına ve ayaklarına dökülür. Yalnız bu işlemin ayın ilk
çarşambasında olması gerekir.
Yine kırkı çıkmamış bebeğin üstüne eve yeni bir eşya
ya da et, balık, kantar ve yeni kıyafet gelirse bunlar da çocuğu basar ve çocuk
hastalanır. Bunun olmaması için, eve gelen her şeyin çocuğun üzerinden
geçirilmesi gerekir. Böylece basıklık ortadan kalkar.
Kırkı dolmamış iki loğusa kadın bir yerde
karşılaşırsa, bunlar yan yana gelir üç kere çömelip tekrar ayağa kalkarlar.
Ellerinde bulunan iğneleri karşılıklı olarak birbirlerinin yakasına takarlar.
Böylece çocuklar kırk basmasında korunmuş olur.
Bebeğe kırkı çıkıncaya kadar özel muamele yapılır.
Gece dışarıdan eve su getirilmez. Suyla birlikte cinin gelebileceğine ve çocuğa
sahip olabileceğine inanılır. Annenin kırk gün yemek hazırlamasına izin
verilmez ve dışarı çıkarılmaz.
Kırklı çocuk
bulunan evlerdekiler birbirlerine gelip gitmezler. Gidildiği takdirde çocuğun
sıska kalacağına inanılır. İki kırklı çocuk sahibi evlerden biri diğerine
gitmek zorunda kalırsa önceden haberleşilir, ekmek, iğne, iplik değiştirilmesi
yapılır ve ondan sonra gidilip gelinebilir.
Bilerek veya
bilmeyerek bir kırklı aile başka bir ailenin yanına gelirse, basılan aile
çocuğun altından aldığı bir miktar ıslak höllüğü gizlice diğer tarafın evinin
yüzüne serper. Böylece çocuğun sıskalık ve basıklıktan korunmuş olduğuna
inanılır. Kırklı çocuklar kesinlikle sokağa çıkarılmazlar. Çıkarıldıkları
takdirde çabucak öleceklerine inanılır.
Kaynakça:
- Giresun Kent Kültürü- Giresun Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları/