1929 yılında Giresun'da oluşturulan "Derleme
Komisyonu” heyetinden Sadık Bey'in bir etüdünde davetlerle ilgili şu bilgiler
mevcuttur:
"Davet mazruflarmı götürmeye fakir veya
istekli bir çocuk memur edilir.Bazı
kimseler yemeni koç, horoz, koç gibi şeylerle davet edilir.
Bu kimselerin gelen çocuğa bahşiş
vermeleri ananevi bir usüldür."
Düğün törenlerinden bir hafta önceki cuma günü
uygulanan ve bugün kaybolmaya yüz tutmuş düğünlük koyma merasimi, Türk
düğün geleneğinin çok önemli bir ayrıntısı niteliğindedir. Erkek evi, silahı
olan yakınları ile birlikte, havaya ateş, ederek, bir kafile halinde değirmene
zahire öğütmeye giderlerdi. Önceden değirmenciye haber verildiğinden, başka
müşteri kabul edilmez, sadece düğünde kullanılacak mısır öğütülür ve
değirmenciye yüklü bahşiş, verilirdi.
Bu adetin devamı niteliğinde olan çuval ağzı açma merasimi,
düğünlük koyma gibi kaybolmakta olan bir diğer kültürel değerdir.
Öğütülen unlar çuvallar halinde fırının yanına getirilir, fırının etrafında
ayrıca düğün yemeklerini pişirmek için ateşler yakılırdı. Silahı olanların
atışlarını müteakip, dualar okunarak çuvalların ağzı açılırdı.
Bu törenin, ilimizin bazı yörelerinde düğün
hazırlığına başlamak ve düğünün başladığını haber vermek maksadıyla, düğün
sabahı, şafakla silahlar atılarak yapıldığı da görülmektedir.
Bazı bölgelerimizde düğünden iki gün önce kız ve
erkek tarafı bir araya gelerek adına danışıklık denilen bir toplantı
yaparlar. Bu toplantıda komşular da bulunur. Düğüne gelen misafirlerin kimlerde
kalacağı ve düğün esnasında neler yapılacağı konuşulur. Düğünün ihtiyaçlarının
ve bunların ne şekilde karşılanacağının kararlaştırıldığı toplantı, Türklerde
istişare etme geleneğinin güzel bir örneğini oluşturmaktadır.
Düğün Safhası
Bütün bu hazırlıklardan sonra düğüne başlanır. Düğünlere başlangıç
genelde salı veya cuma günü akşamıdır. Ancak bazı yörelerde düğün sahibinin
nüfuz ve itibarına göre düğün başlamadan kırk gün öncesinden başlayan kına
yakma adetlerinin olduğunu unutmamak gerekir:
Gelinin akrabaları, arkadaşları ve komşularının her biri birer gün,
gelini ve gelinlik çağına gelmiş. Komşu kızlarını kına yakmaya davet eder. Kına yakmaya gelen kızlar iki grup halinde halka
olurlar ve karşılıklı türkü söylerler. Birinci grubun söylediğini ikinci grup
tekrar eder:
Çalı gibi durağım
Bu
yıl yardan ırağım
Eğer
yarim gelmezse
Olmaz
benim durağım
Oy
nereye nereye
Kazan
kurdum dereye
Başladı
kına bugün
Düğün
kalsın geriye
Kına tasın al ele
Yak şu geline hele
Şu
Kayasar kızları
Huy,
husta okur sele (meydan okuma)
Dön geriye geriye
İşte döndüm geriye
Sıçrayan gelin kızlar
Kaynak
verin dereye
Çilesiz Oğlu,
düğünlerin başlaması ve bitişi ile ilgili olarak şu bilgileri verir:
"Düğün; güveği babasının züğürtlük veya
zenginliğine göre pazarertesinden perşembeye dört gün yahut perşembe'den
perşembeye bir hafta sürer."
Düğünün ilk günü akşamı kız evinde komşuların toplanıp,
yaptığı eğlenceye komsu gecesi veya
komşu düğünü (küçük dügün) denir. Genelde ud ve tef esliğinde mani ve türküler söylemek suretiyle oyunların
oynandığı bu geceye sadece kadınlar katılır. Bölgemizde önceden düğünlerde
kullanılan davul, zurna, kemençe,
bağlama gibi çalgıların hepsine birden mehdar denir. Davulla zurna mehdar başı olarak
kabul edilir. Bugün artik bu isim kısmen terkedilmiştir.
Düğünün ikinci günü, gelini giydirme
maksadıyla gelen erkek tarafina çeşitli
ikramlarda bulunulur ve eğlence tertip edilir. Gelin, gelen heyetteki kişilerin
yaslarına bakmaksızın herkesin elini öper. Aynı gecenin akşamı gelinin eline kına yakılır. Genelde kadınlar
arasında yapılan bu eğlenceye kına
gecesi adı verilir. Düğün tef
çalan bir kadının idaresi altında geçer. Bu kadına bahşiş vermek adettendir. Oğlan tarafından bir kadın, gelinin
yumuk elini açmak için bahşiş verir. Gelin eli açıldıktan sonra dualar
eşliğinde kına yakılır buna el açma denir.Bu tören sırasında şu türkü okunur :
Anam beni nazlı nazlı büyüttü
Verdi el oğluna beni unuttu
El oğlunun aşkı beni çürüttü
Anamı unutmam canım
anamı
Çarşamba gecesi yakın
kınamı
Büyük anam bohçalarımı bağladı
Küçük anam çözdü çözdü ağladı
Görenler hep yüreklerin dağladı
Anamı unutmam canım
anamı
Çarşamba gecesi yakın
kınamı
Gelinin
kınalı eli ipek mendille bağlandıktan sonra, çeşitli kına türküleri eşliğinde
gee vakitlere kadar eğlenilir. Gelinin başına toz kınanın da serpildiği tören sırasında
en çok okunan kına türküsü şudur:
Şeftaliler
çiçeklendi, pürçeklendi
Her yalanlar
gerçeklendi
Gelinim kadınım
kınan kutlansın
Şeftali eğmis,
dalını
Gelir gelinim
salını salını
Büyük evin has
gelini
Gelinim kadınım
kınan kutlansın
Evler altında valası
Kağıt içinde kınası
Oturmuş ağlar anası
Gelinim kadınım
kınan kutlansın.
Yanık sesli kızlar tarafindan okunan bu türküler
eşliğinde eğlenceler devam eder.
Şebinkarahisar ve civarında düğünün ikinci günü bir
alay halinde kız evine yalnızca erkek evinin kadınlarının gittiği bir tören
vardır. Kınacı adı da verilen bu grup, allık, pul, kına gibi süs
malzemeleri götürürler. Gelinin başına kına yakıldığı bu törende şu türkü
söylenir:
Sen bu eve
kızım daha gelemezsin
Koyducağın
yerlerinde bulamazsın
Karar kılıp
buralarda duramazsın
Allı kızım,
gelin kızım, has kızım
Kutlu olsun
yanan kınan has kızım
Aldı hanım kına
tasın eline
Yaktı yiv yiv
dolanarak geline
Gümüş kemer
yakışmıştır geline
Seni saran
delikanlı sevine
Allı gelin, pullu gelin, has gelin
Nokta nokta ayakların bas gelin
Giresun merkezde kına adetleri ilçe ve köylerden birçok yönden farklılık
arzeder. Bu konuyla ilgili olarak 1929 yılında yapılan bir calışmada şu
bilgiler mevcuttur:
"Büyük
bir halk kitlesi -mevsim kış, ortalık kar olsa da- içinde çıralar yanan meşaleler arasında, şarkılar
söyleyerek, horonlar oynayarak evvela erkek evine giderler, orada kadınlar
esasen hazırdır. Onlar da bu erkekler kafilesine
iltihak ederler, kadınlı erkekli bu kalabalık büyük bir sininin
üstüne yığın yığın mum yakılmış ve
kına yoğrulmuş bir tastakı kına
sinisini ortaya alarak neşe ve sürur
içinde yiirurler. Davul zurna neşeli havalar çalar. Kız evinin kapısına
gelince erkekler kenara çekilirler, kadınlar yukarı çıkarlar. Onlar içeride
ananevi adetlerini yaparken, erkekler dışarıda oyunlarına devam ederler. Evin önünde bahçenin sebzelerini
çiğnerler. Zurnacıya (don) diyerek zurna çaldırır ve oynarlar. (Don)u kol
havası takip eder, içeride kadınlar
altın atmaya devam ederken dışarıda erkekler oynarlar, oynarlar. (Don) oynanırken,
delikanlılar güveğinin
akrabasından, sağdıçlarından,
kardeşlerinden birkaçını havaya
kaldırırlar, buna (Asmak) derler.
Asılandan bir bahşiş, isterler, bahşişler
şunlardır: Üç kıyye (külek) yağ, on kıyye un, iki kiyye şekerle beş on
somun, gırnata ve çalkı... Bu alınan
erzak güveği atıldıktan sonra kahveye biriken gençler tarafindan keten helvasi
yapılarak yenir."
Köylerde ise kına yakma töreni şu
şekilde icra edilir:
"Gece yarısından sonra kına tepside yoğrulup, tepsiye üç mum dikerek gelinin başı üstünde üç oda
gezdirirler. Gelinin el ve ayaklarına kına sürerler. Kına yakarken hep
bir ağızdan:
Kız anam kınan kutlusu
Vardığın yerlerde dilin tatlısı
Teperim, teperim tepe delinmez
Giderim giderim sılam görünmez
Çaldım eteğimi vurdum belime
Ayrılık yolumu aldım elime
Babam ocağı
ayrıca tüter
El kadar ekmeği o bana yeter
Esbap yuduğun yerler kız seni ister
Arka verdiğin duvarlar kız seni ister
Altın tabak içinde kınan yurulsun
Gümüş, ibrikte suyun ilinsin
Bu türkülerden başka özellikle
Şebinkarahisar ve köylerinde okunan bir diğer kına türküsü de şu
şekildedir:
Altın tasta yeşil kınam ezilir
Gümüş tarak ile zülfüm çözülür
Gelin kızlar bir araya dizilir
Her birisi nazlı nazlı süzülür
A kızım, hanım kızım yanan kınan kutlu olsun
Vardığın şirin evde dillerin tatlı olsun
Altın tasta yeşil kınan ezildi
Mumlar elde hep oyuna dizildi
Yeşil ördek gibi herkes süzüldü
A kızım, hanım kızım yanan kınan kutlu olsun
Vardığın yeni evde dirliğin tatlı olsun
Gelin evinin erkekleri, varsa gelinin
erkek kardeşi ile birlikte silahlar atarak,
erkek evini ziyarete giderler. Bu heyete şişlikçi adı verilir. Bu ismin bölgelere göre farklılık arzettiği görülmektedir.
Mesela bu törene Keşap ve civarında güvey asma denir.Eski düğünlerde
başlı başına bir eğlence olan şişlik
isteme ile ilgili olarak Çilesiz oğlunun şu bilgileri verdiğini
görüyoruz:
"Şişlik isteme; bir işkencedir. Güveğin
babası zengin olur da sofralardan dolu doyum yemeği esirgerse Konak Beyi
kamasını sofranın orta yerine diker. Bu; biz buraya karın doyurmaya
değil, düğüne geldik. Daha iyisini yapabilirken nekesliği yüzünden derme çatma
yemek çıkaran herifin konağına kurduğu
sofrayı kaldırtmam demektir ki: Böyle bir şey oldu mu sofracı hemen
düğün kahyasını bulur. İşi anlatır. Kahya koşar beye; konaklarının
yerilmediğini bir yanlışlık olacağını, isteyecekleri her şeyin verileceğini,
yemeye başlamalarını söyler. Bey, ikiletmeden kamasını kaldırır yemeğe
başlarlar. Dışarı bir kırık iğne bile çıkarmadan doyuncaya kadar her şey
istenir. İstenenler gelmedi mi kama yine sofraya saplanır. Aldırış edilmezse
(yakma) ele alınır. Delikanlı babasının elleri ayakları bağlanır. Coşkun bir ateşin karşısına yatırılır. Alnına yanmış, bir
mum dikilir. Ateş boyuna tavlandırılır. İstenilen
şeyler gelinceye kadar eziyet edilir.
Düğün sahibi yakılmasına rağmen nekeslikten vazgeçmezse güveyi yakalanır.
Babasının gözü önünde yakılarak şişlik
istenir. Baba bunu da kulak ardina attı mı hem oğlu hem kendisi bağlı
olarak ateşin karşısına yatırılır. Ateşe bir avuç tuz atılır.Konak kalkar. İşi öbür konaklara bildirir. Düğünden aynlacağını
söyler. Öteki konaklar işi araştırıp soruştururlar. Yerilen konağı doğru
bulurlarsa mehdarı dağıtıp kalemliği yıkarak düğünden ayrılırlar."
1929 tarihini taşıyan bir kaynakta adam yakma ile
ilgili şu bilgiler vardır:
"Konağa başlık eden ilahiciile bayrakçının bahşişini verir ve düğün evinde de sininin altına koyarlar, düğün
kâhyasından dört boynuzlu koç veya öküz
isterler. Matlupları is'af edilirse ister
güveye hibe ederler, ister alıp götürürler.
Sonra güveyinin sagdıç veyahut yakınlarından birini ocağın önüne yatırırlar.
Tenine mum dikerek ateşin başına bırakırlar. Buna adam yakma ismi verilir. Yakılan adam koç, öküz gibi birşey
getirilerek bu cehennem azabından yakayı kurtarır."
Bu iki kaynak arasında dikkat ceken husus şudur:
Birinde Mehdar kelimesiyle çalgıcılar kastedilirken, diğerinde ilahici
terimi kullanılmaktadır.
Yukarıda verdigimiz Çilesiz Oğlu'na ait yazının
devamında, mehdar dağıtmak ve kalemlik yıkmak gibi adetlerle
ilgili olarak bilgiler verilir. Mehdar dağıtmak, düğün sahibinin
konaklar arasında ayrıcalık yapmak ve şanına yakışır ikramlarda bulunmamasi
üzerine eğlencenin bitirilmesi, çalgıcıların dağıtılması anlamına gelir.
Konakların aldığı kararı engellemek mümkün değildir:
"Mehdarbaşı yahut derme catma konaklar
mehdarı eğlemeğe yeltenirlerse davulu kasnağına varıncaya kadar bıçak ve
kamayla delik deşik ederlcr. Zurna parça parça kırılır. Bu yüzden çok kereler
adam bile öldürülür."
Kalemlik yıkmak ise, düğün sahibinden darılıp
giden konakların hep beraber kalemliğe (baca) ateş, etmeleri demektir. Böyle
bir hareket; '"Senin gibi yüzsüzlerin ocağı tütmesin, bacası kapansın
demektir." Konakların bu hareketine maruz kalan eve kız verilmez. Şayet
derme çatma konaklar düğünü sabote etmek için kurulmuşsa, bu durum diger
konaklar tarafından engellenir.
Aynı şekilde oğlan evinden kız evine gelen gruba ise sinici denir.
Her iki grubu en iyi şekilde ağırlamak düğünün ve düğün sahibinin şanından kabul
edilir. Ayrıca damat tarafından kız evine gelin giydirmeye giden kadınların
oluşturduğu gruba da siniye gitme denir.
Bu arada Giresun merkezde gelini hamama götürme töreninin bugün tamamen
unutulduğunu belirtmeliyiz. 1929 yılına ait bir kaynaktan edindiğimiz bilgiler,
bu törenin kendine has dramatik yapısı içinde, son derece önemli bir kültürel
değer olduğu anlaşılmaktadır. Saz heyeti eşliğinde gelin evine gelen oğlan
tarafinın kadınları, gelini çarşaflara sararak hamama götürür.
Önde üç sini gider. Birinci sinide gelinin
hamamdan sonra giyeceği yeni elbise; ikinci sinide hamam takımı, üçüncü
tepsinin içinde de gümüş tas gümüş nalın bulunur. Tepsiler önde, kadınlar arkada giderler.
Hamam kapısının önüne kadar cengiler giderler ve hamam sonuna kadar
çalarlar. Gelin ve davetliler çarşaflarını
çıkarırlar. Süslü elbiselerle göbek taşının etrafinda şu manileri söyleyerek
halka halinde el ele dönerler:
Hamam kapısı
keçeli
Matemliler
gelir peçeli
Aç kapıyı, gir
içeri
Hamam sizin,
kurna bizim
Dizilelim dizin
dizin
Üç güzelin biri
bizim
Bir oğuldur
benim canım.
Bu şarkılar soylenirken gelin, hamam odasında
elbiselerini çıkarır. İpek filalara sarılır,
Gümüş nalın giyer. Iki usta gelir. Biri gelinin sağına diğeri soluna geçer. Gelinin gümüş
tasını başlarına alırlar. Gelin evi tarafından yolluk denilen ipek
kumaşları omuzlarına alırlar. Ortalarında gelin olduğu halde dışardaki
göbek taşının etrafinda dönerler. Gelin ortaya gelir. Tepelik başından çıkar.
Gelinin başına gümüş tarak batırılır. Omuzlarına ipek peştemal konur. Üstüne
yine herkes para atar. Bu toplanan para gelinin bir sanat öğrenen ustası varsa,
ona, yoksa annesine kalır. Çarşamba günü elbiseler giyerken şu koşmalar
söylenir:
Çevirdim eteğimi
anam soktum belime
Aynlık acısın,
anam aldım elime
Küçücek bacımı
koydum yerime
Eyvah, eyvah ben
anamdan aynldım
Hem anamdan, hem
sılamdan ayrıldım
Uzak yere kız verme anam o yiter gider
Sazak yere ev yapma o batar gider
Anasını babasını terkeder gider
Eyvah, eyvah ben anamdan aynldım
Hem anamdan, hem sılamdan aynldım
Cam başına çıra yaktım yanmadı
Ben babama mektup saldım bulmadı
Kardaş, küçücekti de anam halden bilmedi
Eyvah, eyvah ben anamdan aynldım
Hem anamdan, hem sılamdan aynldım
Hep atlılar depe, depe geldiler
Geldiler de avlumuza doldular
Anamin elinden
beni aldılar
Eyvah, eyvah ben anamdan aynldım
Hem anamdan, hem babamdan aynldim
Yıldız dağlarında buzlar ışıldar
Geyik kuzusunu görmüş mışıldar
Ben anama
giderim gişiler
Eyvah, eyvah ben anamdan aynldım
Hem anamdan, hem sılamdan aynldım.
Yeniden bahşişler
atılır. O paralar ustanındır.Bu türkülerden sonra gelin içeri girer ve yıkanır. O esnada akrabalar ve
davetli olanlar yıkanırlar. Gelin yıkanırken yine para atarlar. Gelin yıkandıktan sonra hamamdan çıkar ve tepside gelen
elbiseyi giyer. Bütün altınlarını takar. Çarşafını gjymeden evvel bir
daha göbek taşı etrafında türküler söyleyerek dönerler:
Hamamdan
çıkmışa benzer canım
Badeyi
içmişe benzer canım
Yarinden
geçmişe benzer canım
Ah anam geçmişe
benzer canım
Gelin hamamda
kaldığı müddetçe dışarda saz devam eder. Hamamcıya herkes bahşiş verir.
Külhancıya da verilir. Aksi takdirde suyu keser. Hamamdan sonra gelin yine
sazla birlikte evine gider."
Gelin kızı hamama
götürrme adeti Giresun merkezden başka Şebinkarahisar'da da vardır. Bu bölgemizde icra edilen tören ise kısaca
şöyledir: Genelde gelin götürmeden
bir gün önce, gelin hamama götürülür. Hamamda kız ve oğlan evinden birer kişi gelini koltuk altlarından tutarak havaya
kaldırırlar. Def çalan kadınlar önde, gelin arkada olmak üzere hamamdaki
sahanlık üç kez dönülür. Bu esnada şu türkü söylenir:
Taranmış saçını vermiş tımarı
A! gerdan altında zemzem pınarı
İçen yiğit bu gelinin umarı
Sirtına yayılmış saçın tomarı
Gümüş tarak ile saçın tararlar
Üç yıldır ki kızım seni ararlar
Başındaki kılı kırka yararlar
Merhem diye seni yara sararlar.
Aynı gecenin
akşamı, kız evi, mahalle veya köyün gelinlik kızlarından bir kısmı gelin kızla beraber sabaha kadar
eğlenir, oğlan evinden getirien
yemişleri yiyerek, gelinin son gecesinin mutlu bir şekilde geçmesini temin ederler.
Bu gecenin sabahı gelin alma
günüdür. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi,
düğün davetlileri konak adı verilen topluluklar halinde düğüne katılırlar. Bunları düğün sahibinden önce kahya
(değnekçi) adı verilen kişi karşılar.
Bu kişi, bir nevi düğünün yöneticisi durumundadir. Bütün işlerden o mesuldür. Çilesiz Oğlu konaklar hakkında şu
bilgileri verir:
"Başlarında Eke ve namlı
delikanlılardan bir kılavuz-Bey- bulunan sekiz yahut on iki gençlik, her bölük
bir konaktır. Her konak beyinin mehdar başının bildiği bir parolası vardır.
Kırandan verdiği işmara mehdar başından yalnız kendi konağının tanıdığı
kaydayla cevap alan bey; konağını düğün evini görünceye değin fişek yakmadan
ilerletir. Eve yaklaşınca konağı dinleyen mehdarın bahşişini Bey verir. Mehdar
konağa kılavuzluk eder. Artık konaklayacakları meydan, çadır yahut eve kadar
yakarak ilerlerler. Konaklar oyun vaktine kadar ayri ağırlanır, ayrı yedirilir,
ayrı oturtulurlar."
Bu arada damat donatma töreni yapılır. Bu tören
kısaca şöyle icra edilir: Ortaya getirilen küçük bir sofranın üzerine,
içerisinde bal ve tereyağı bulunan bir tabak, yanına da biraz ekmekle bir havlu
konur. Sağdıç (saldıç), damatı kıbleye döndürerek el bağlatır. Damadı donatacak
kişi ortaya cağırılır. Bu kişi, havluyu alarak "Boynunda duruyor
mu'?", "Böyle güzel oluyor mu?" gibi sözlerle birtakım şakalar
yaptıktan sonra, uygun bir şekilde havluyu damadın boynuna sarar. Daha sonra
bir parça ekmeğe bal ve tereyağı sürülerek damada yedirilir. Böylelikle damat
donatılmış, olur. Bu tören, damadın güçlü ve kuvvetli olmasını temenni etme
amacına yöneliktir. Törenden sonra akrabalar tarafindan damada takı ve para takılır. Damat donatma törenindeki
takılarla ilgili olarak Çilesiz Oğlu
şu bilgileri verir:
"Gelin
göçürmeye gidilmezden bir saat evvel en büyük meydana bir halı serilir. Oğul babası en yakın hısımları ve
konak beyleri ile beraber bir halka yaparak halıyı ortaya alırlar. güveği; sol
kolunda on-oniki yaşlarında bir çocukla gelir. İlk once babasının, sonra
amcalarının ve yakin hısımları ile
konak beylerinin ellerini öperek halkayı dolaşırlarar. Kolundaki sağdıçla
güveğin peşinden herkesin elini oper. Bu iş bitti mi baba, oğluna ne
bağışlayacaksa söyler. Ananınkini de babası vekaleten verir, Takılar: Kumaş,
koyun, tarla, bahçe, inek, öküz, at olarak takılır; para alınmaz. Güveğiye
yarım at, yarım inek, yarım öküz, yarım koyun da verilir. Bunların geriye kalan
yanları da geline bağışlanır. Gelinle güveğinin takıları da bütün olmuş olur.”
Şebinkarahisar yöresinde damat donatma töreni esnasında türkü söylendiği
ve törenin daha teferruatli olarak icra edildiğini görüyoruz.
Güveği meydan ateşi yanan ve horon
oynanan yere getirilir. Buraya halı, kilim ve dastar gibi bir şeyler serilir
vc güveği çorapla bunun üzerine çıkarılır.
Köyün veya mahallenin, güveği donatmada becerikli bir ihtiyarı ile sağdıç da güveğinin yanında yer almış bulunurlar. Yiğitbaşı adı verilen güveği
donatıcısı ihtiyar, bir taraftan yüksek sesle ve ağır ağır şu deyişlerde bulunurken, diğer taraftan sağdıçla birlikte
güveğinin arkasındaki urbaları birer birer çıkarmaya devam eder:
Tanrı öğmüş bak
şu yiğidi yaratmış
Tam kırk kıza
kendisini aratmiş
İşlerinde,
gidişinde her yerde
Özünü bir
"tutuya" gibi daratmış
Güveği aşkına
bir Allah diyelim
Halk
hep bir ağızdan: Allah. Allaaaaah... diye bağırırlar. Yiğitbaşı tekrar
değişlerine başlar:
Yakaralım
Tanrı'ya biz hep birlik
Kursunbu
genç yuvasında bir dirlik
Ey komşular Pir aşkına hep birden
Bağrışalım, isteyelim hoş dirlik
Allah, Allaaaaah...
Bu dakikada güveği yalnız bir donla meydanda
direnmektedir [durmaktadır]. Yiğitbaşı yakası açilmamış gömleği eline alarak
sağdıcın yardımıyla yakasını açar ve
güveğinin kafasına geçirir. Deyişler tekrar başlar:
Erin erliğine,
Hak birliğine
Küffarı
hakisarın körlüğüne
Mahalle, komşu,
gelin ve güveğinin
Hoşça, dostça,
insanca dirliğine
Bir Allah
diyelim: Allah, Allaaaaah...
Güveğinin urbası
giydirildikten sonra yigitbaşı güveğinin elini sağdıcın eline vererek bir elini güveğinin, öbürünü sağdıcın
arkasına kor ve gene deyişlerine başlar:
Eli kan, kılıcı kan, sine üryan
Tebarekellezi nezzelel fürkan
Kalk bakalım anlı şanlı güveği
Öp baba eline çevreği firlan
Güveği aşkına bir Allah diyelim:
Allah, Allaaaaah...
Bunun üzerine
sağdıç önde, güveği arkada doğru dedenin, yoksa babanın yanına gidilir
ve eli öptürülür. Mecliste hazır bulunanların hepsinin elleri sağdıç ve güveği tarafindan öpülerek
yiğitbaşının yanında eller çaprazlama bağlı bir şekilde durulur.
Yiğitbaşı da güveğinin arkasını sıvayarak güveği babasına şu hitapta bulunur:
Haydi bakalım güveği babası
Yok mu mallarının fazla kabası
Bekliyor karşısında el pençe divan
Bağışla olsun erliğin çabası
der. Babasından oğluna mal bağışlama
teklifinde bulunur ve babasının bağışladığı şeyi yüksek sesle halka duyurur.
Düğün halkını da bu işe şahit tutar.
Müteakiben orada
mevcut hısımların hepsine mal bağışlamaları yapıldıktan sonra, güveği alayla horona sokulur, bir iki baş horonda fırlanınca müsade istenerek anasının
yanına götürülür. Burada dahi anasının ve büyüklerinin elleri
öptürüldükten ve mal bağışlamaları yaptırıldıktan sonra sağdıçla birlikte
istirahate terkedilir.
Yer yer mehterbaşının dualarını
hatırlatan bu törendeki şiirlerin aslında
birer manzum dualar olduğunu görüyoruz. Bu tören, tek başına Türk kültürünün
enginliğini anlatmaya yeter kanaatindeyiz.
Öğleden sonra gelin evine alınan ve yolluk
adı verilen hediyelerle birlikte,
davul, zurna ve kemençe esliğinde gelin alma maksadıyla giden düğün alayı (gelin alıcı, gelinci), karşılanarak ikramda bulunulur, şakalar yapılır. Gelin göçürme de denilen bu olay, eskiden en namlı üç konak beyinin kılavuzluğu eşliğinde yürütülürdü. Çilesiz Oğlu gelin
alma esnasında yapılan adetleri ve şakaları şöyle anlatıyor:
"Köye varılınca konaklar dıştan dışa köyü adeta sararlar. Üç beş kılavuz köye girerler. Kız evinin kapısına
gelirler. Kız köyünde de herkesin kapısı kapalıdır. Sokaklarda hiç kimse
bulunmaz. Kapıya gelen baş kılavuzlann en
yaşlısı eşiğin dibine toprağa beş fişek atar. Silah sesini işiten konaklar beş altı koldan köye
girerler. Kız köyünde meydana çıkar. Sokaklar dolar. Kız evinin kapısı
açılır. İki silahlı çıkar. Kapıda
sağlı sollu yer tutarlar. Bunlardan sonra elinde ipekler ve yıldızlarla
süslenmiş, bir yumurtayla kız köyünün en
ihtiyarı, peşinden ya bir koç, ya bir tay, ya da bir boğa yedeliyen bir
delikanlı, ondan sonra da ya bir saat ya da son sistem bir tüfek veya tabanca taşıyan bir genç çıkar. Baş
kılavuzlar evden ayrılır. Ağartmacıları gönderirler."
Ağartma, yukarıda ifade edilen süslenmiş yumurtaya verilen isimdir.
O yumurtayı vurmak için erkek evinden
gelenlere de ağartmacı denir. Yumurta
bir ağacın dalına baglanir. Saat, tiifek veya tabanca ağaca çakılan çiviye asılır. Koç, boğa veya tay da ağaca
bağlanarak erkek evinden gelen ağartmacılardan yumurtayı vurmaları
istenir.
"Olanca konak delikanlılarının ağartmaya beşer fişek almaya hakları vardır. Kız köyünden erkek evine giden
konaklar ağartmaya giremezler. Ağaçtaki eşya ağartmayı vuranındır. Buna ağartma armağanı denir. Ağartmaya ilk
önce yeni yetmeler başlar. Konak delikanlıları ağartmayı vuramazlarsa Beyler atar. Onlar da vuramadılar mı sıra
üç baş kılavuzundur. Baş kılavuzlar
yalnız birer fişek atarlar. Ağartma gene vurulmazsa ağartmaci has kılavuzlan bulur. Ağartma vurulmadı armağanlar
satın alınmadıkça gelin verilmez der.
Baş kılavuzlar armağanın ceremesini sorarlar. Ağartmacı:
Kızdır, nazdır
Bin
kuruş azdır
Oğlandır
oktur
Bir akça çoktur
diye kız babasının yaptığı olanca masrafı
ister. Baş kılavuzlar parayı verir gelini
alırlar. Ağartmacının biçtiği cereme herkesin vaktine göre konak delikanlılarından
alınır. Ağartma vurulursa hiçbir şey istenmeden gelin verilir.”
Bu esnada kadınlar arasında baş bağlama töreni
icra edilir. Odanın ortasına
getirilen gelin, ters çevrilmiş, bakir bir leğenin üzerine oturtulur. Emzikli
bir kadın kucağında çocuğu olduğu halde, gelinin başına bir top tel takar ve
bir fincan kadar sütünü başına döker. Sütün üzerine biraz tuz dökülüp, biraz da
ekmek konmasından sonra gelinin başı beyaz bir örtüyle bağlanır. Bu törende süt
zürriyeti, tuz bereketi, ekmek rızkın bolluğunu temsil eder. Bu tören esnasında
yukarıda tamamını verdiğimiz:
"Eyvah,
eyvah ben anamdan aynldım
Hem anamdan, hem
sılamdan ayrıldım"
nakaratlı türkü söylenir.
Giresun merkezde, bugün artık tamamen terkedilmiş olan gelin süslemesi
şu şekilde yapılmaktadır.
"Evvelce
kızlar gelin olacakları zaman pembe bir madde ile yüzleri boyanır ve yüzlerine
alınlarına ortası delik muhtelif renkli, müdevver gayet küçük pullar
yapıştırılırdı ki bu adet şimdi kalkmış gibidir. Fakat rastık ve sürme
mecburiyeti el'an devam etmektedir.
Hatta bunlardan mülhem olarak kaşlara sürülen rastıklar, gözlere çekilen
sürmeler arasında parayan siyah gözler için bilhassa köylüler tarafindan:
Ata binesim
geldi
Çaya inesim
geldi
Kömür gözlü
yarimi
Yine göresim
geldi
gibi koşmalar söylenir. Saçların
uzunluğu ve ziyadeliği de son derece makbuldür. Bunun için de:
Omuzundan aşağı
Saçların dizin
dizin
Kız ben seni
almazsam
Kör olsun iki
gözüm
diye koşmalar
söylenir."
Baş bağlama töreninden sonra, geline anne ve babasının
eli öptürülür. Anne ve babanın geline nasihat etmek maksadıyla söyledigi bu son
sözler, Türklerde aile kurumuna verilen önemin, sadakat ve bağlılığın
anlatılması bakımından dikkate değerdir: "Kızım, bir kadın için en
büyük şeref, kocasının evine duvağı ile girip, kefen ile çıkmasıdır. Bu sözümüz
kulağına küpe olsun."
Bu vedalaşma töreni esnasında, bazı yörelerimizde,
gelin babasının elini öptükten sonra tekrar başının bağlandığı yere getirilir.
Yukarı kaldırılmış duvak aşağı indirilir ve oğlan evi tarafından getirilmiş,
olan beş metre uzunluğundaki ayakeni adı verilen basma veya dokuma,
gelinin bulunduğu yerden kapı eşiğine kadar serilir. İki kadın gelinin
koltuğuna girerek ayakeni üzerinden yürürler. Bu esnada orada bulunan kadınlar
şu türküyü söyler:
Allah'a
ısmarladık annem sizi
Babam unutmaz
sanırım bizi
Süt, ekmek
hakkını hep helal eylen
Ölmezsek
yoklarız her vakit sizi
Şen annem, şen
babam, yerler şen olsun
lşte ben gidiyom
yerler gen olsun
Gelinin evden çıkmasından sonra üzerinde yürüdüğü ayakeni okuyucu ve
mahalledeki en fakir kadının hakkıdır.
Bu vedalaşmadan sonra gelin alayı, düğünden birkaç gün önce gelin evine,
oğlan evi tarafından gönderilen eşyalar - sandık, bir kat yatak, halı, kilim
vs. - ve geline verilen çeyizle beraber geri döner. Bu eşyalara, bölgemizde ağırlık
adı verilir. Genelde köyün en hırçın atına bindirilen gelinin atının
başını, kız köyünün en binici, en atik, en saygılı genci tutar. Çalgıcılar "gelin
götürme havası" çalarlar. En önde gelin çeyizi, onun peşinden
konaklar, sonra mehdar, sonra gelin, en arkada da konak beylerinden seçilmiş
beylerin gitmesi adettendir.
Bazı yörelerde gelinen yoldan dönmesi uğursuzluk kabul
edildiğinden, geri dönüş, başka yoldan yapılır. Geri dönüş, esnasında gelin
evinden habersizce alınan bardak, çatal, kaşık gibi eşyalar çalgı gibi
kullanılır. Bundaki amaç, gelinin aklının baba evinde kalmamasını temin
etmektir.
Gelin alayının yoluna çıkan
çobanlar, yola ip gererek gelenleri durdururlar. Süsledikleri koçu gelinin
bindiği atın yanına getirirler. Şayet gelin bir defada bu koçu terkisine
alabilirse, koç gelinindir. Kaldıramazsa atın başındaki delikanlıya koçu değerinin beş, misline kadar
satarlar. Bu olaya yöremizde ip germe denir.
Aynı gün, damat
arkadaşları tarafından hamama götürülerek yıkanır, traş edilir ve kız evinin
gönderdiği elbiseler giydirilerek hazırlanır. Giresun merkezinde perşembe
hamamı da denilen bu adet kısaca şöyledir:
"Güveğinin berberi ve sağdıçları, onun samimi
arkadaşlarını hamama davet
ederler. Çalgı çalar, delikanlılar oynarlar. Yıkanmadan evvel berber güveği ve arkadaşlarını traş eder. (Hamamda çalgı
ve oyun adetleri kalkmıştır) Onlar yıkanırken evden güveğinin bohçası gelir. Güveğinin iç elbisesi gelin tarafından gönderilen esvaplardır. Hamam
parası sağdıçlar tarafından verilir.
Sağdıçlar güveğinin ellerinden ve kollarından tutarak hamamdan çıkarırlar."
Gelinin gelişi,
damat tarafından silah atılarak karşılanır. Gelin, erkek evine alınırken, başına bolluk ve bereketi
temsilen para ve çerez serpilir. Ayağının
altında kaşık veya kapıya bağlanan ip kırdırılarak içeri alınır. Bu,
"her şeyi kırsın ama kalp kırmasın" duası anlamına gelmektedir. Maddi
durumu iyi olanların gelinin ayağının
dibinde kurban kestiği bu tören sırasında bazı bölgelerimizde gelin, yukarıda tutulan Kur'an-ı Kerim'in altından
geçerek eve girer. Şebinkarahisar ve
çevresinde kaynanasının elini öpen gelin, bir direk dibine getirilerek boy hizasına bir çivi çakılır. Bu eve eve
işine çivi gibi sımsıkı olsun
temennisinden başka bir şey değildir. Yine bazı bölgelerimizde, insanlarla dostça ve hoşça vakit
geçirmesi temennisiyle gelinin ağzına
kaynanası, eltisi ve görümcesi tarafından tuz sürtüldüğü görülmektedir.
Şebinkarahisar'da
geline kaynana ve kaynatasının şiir
şeklinde söylenen şu güzel öğütleri dikkat çekicidir:
Gelin geldi kapımıza
Tapu ettik yapımıza
Ey gelinim, sen hoş geldin!
Belli, oğluma eş geldin
Gizli bir şey sakın yeme
Sinimizi ele (yabanciya) deme
İşine sen
candan sarıl
Ocak yansın
harıl harıl
Haydi bu öğüdüm yeter
Iyi gelin, söze
gider!
der ve gelinin arkasını okşadıktan sonra yanından ayrılır.Kadınlar dağıldıktan
sonra gelin direndiği yerden alınır, kaynatasının bulunduğu yere götürülür ve
eli öptürülür. Gelin kaynatasının elini öptüğü zaman kaynana ona şu öğütte
bulunur:
Ey gelinim!
Ele bele ve hem
dile
Sıkı ol, sır
verme ele
Baban gök'le, anan yere
Saygı göster düşme dile
Büyüğüne hizmette ol
Küçüklere şefkat et bol
Gördüğünü inkar etme
Akranına izzettir yol
Hiç kimseyi
gıybet etme
Ricasiz bir yola gitme
Yalan, yanlış, söyleyip
Haksız işe meydan verme
Gelinin kaynatasının evine
girmesinden sonra atın başındaki delikanli ata binerek "satılık at, satılık at" diye nara atmaya başlar.
Bu durumu Çilesiz Oğlu şöyle açıklar:
"Bu at üstünde bıçak ve başkaa oyun oynamaya delikanlı isterim demektir. Karşısına çıkan olmazsa bindiği
at kendisinindir. Karşısına çıkan kendisinden
üstün gelirse attan iner ve atı üstün gelen erkek köylü delikanlısına verir. O da sahibine teslim
eder.”
Bu olaya yörede at satma denir.
Gelinin duvağı yiiz görümlüğü adı verilen
hediyeler verilmek suretiyle, kaynana veya kaynatası tarafından açılır. Bir
sandalyeye oturtulan gelinin kucağına, annesi ve babası sağ olan bir erkek
çocuğu, bazı bölgelerde de, gelinin yanına konan bir sandalyeye oturtulan
damadın kucağına, annesi ve babası sağ olan bir kız çocuğu oturtulmaktadır. Bu
çocuklarını analı-babalı büyütsünler temennisi ve duası anlamına gelmektedir.
Düğün günü, damadı, gerdeğe verinceye kadar yanından
ayrılmayan biri bekâr, diğeri evli iki sağdıç (saldıç) bulunur. Bunların
nezaretinde damadın diğer arkadaşları, dini nikâhın kıyılmasından sonra akşam
namazını kılmak için evden ayrılırlar. Gecenin ilerleyen saatlerinde ellerinde
meşaleler olduğu halde, türküler eşIiğinde damadı getirirler. Arkadaşları,
artık senin yerin eşinin yanı anlamına gelen ve damadın canını yakmayacak
şekilde sırtını yumruklayarak gerdek odasına gönderme törenini icra ederek,
görevlerini tamamlarlar. Bu törene Giresun'da güvey atma denir.
Giresun merkezde güvey atma töreni şöyle icra
edilir:
"Yatsı namazından sonra cemaat caminin önünde
toplanır. Iki küçük çocuğun elinde tüller
ve çiçeklerle sarılı büyük mumlar oldugu halde hareket edilir.Herkesin
elinde mumlar vardır. Güveği sağında ve solunda sağdıçları olduğu halde iki mumun arkasında ve en sondadir. Delikanlılar türkü ve şarkı söylerler.
Evine elli adım kadar kaldığı zaman
hep bir ağızdan;
Ne bakarsın
bağrı baygın
Geliyor yarin
gözün aydm
Aman aman gözün
aydın...
koşmasını
söylerler.
Güveği
anasının, babasının, büyüklerinin elini öper. Imam
dua yapar. Eger adayan olursa enderen bir de kurban keser. Ve güveği içeri
girer."
Daha önce gelini gerdek odasına alan yaşlı kadınlar
nezaretinde, önceden hazırlanan ve "hergün böyle tatlı olsun"
anlamına gelen baklavalar yenir. Iki rek'at şükür namazı kılınır ve yapılan
nasihatlerle düğün safhası tamamlanmış olur.
Giresun Halkevi'nin Akyoma köyünde yapmış olduğu köy
tetkikleri ile ilgili olarak, 1934 yılında, Aksu dergisinde Reyhan
imzasi ile yayınlanan bir makalede verilen bilgilerden anladığımız kadarıyla,
bazı adet, gelenek ve göreneklerin yöreden yöreye çeşitli farklılıklar
arzettiği ve uygulamaların bölgelere ve hatta köylere göre değiştiği
görülmektedir.
"Evlenmeler
uzun boylu masraflara mütevekkif değildir. Eskisi gibi düğünlerde silah ve içki
pek kullanılmıyor. Erkek tarafindan söz alınıp, kızın verileceği anlaşıldıktan
sonra medeni nikâh icra edilmek üzere ihtiyar
heyetine müracaat edilir. Nişan konma zamanı en ziyade Kanunevvel,
Kanunsani ayları, düğün yapma zamanı da Mart ve Nisan aylarıdır. Bu zamanlar ki
köylerin iş zamanlandır. Düğüne hariçten gelenlere sofra kurulur. Dâhildeki
köylülere bir şey yoktur. Yalnız bir davet etmek adettir. Gelini görmeye giden
kadınlar veyahut akraba erkeklerin geline her halde bir hediye götürmeleri
şarttır. Aksi halde iyi kabul edilmezler. Düğünlerde kemençe bazan da (izin
alınırsa) davul zurna bulunur. Gelini babasının evinden küçük bir kafile alır.
Gelinin gideceği yer uzaksa at ile yakın ise yaya olarak gider. Gelinin annesi,
babası yahut kardeşi tarafından iç çamaşırları, dış elbisesi, ayakkabı yatak ve
yemek takımları ile bir sandık verilir.
Kızı alacak genç, hediye olarak kıza ikialtın küpe yahut beşibirlik gönderir. Gelin bu gönderilen
hediyeyi geleceği gün takar, Nişanlılar son geceye kadar yekdiğerlerini
katiyyen göremez ve bir yerde oturamazlar."
Düğün sonrası safha
Düğün sonrası adet ve gelenekler bakımından oldukça
zengindir. Bugün birçoğu devam eden adetlerin en önemlisi duvak düğünüdür. Gerdek
gecesinin sabahı, erkek evinde toplanan kadınlar, kendi aralarında eğlenirler
ve ev sahibinin ikramlarını yerler. Gelirken de saçı adı verilen
hediyelerini getirirler. Eğlencenin sonuna doğru gelinin kucağına açılan bir
mendile herkes hediyelerini koyar. Buna saçı toplama denir.
Düğünden birkaç gün sonra - çoğu yerde bu süre üç
gündür - damat ve yakınları, gelini baba evine hasret gidermek için götürür. Bu
olaya geriliği gitme, yedilik, el öpme gibi yöreden yöreye değişen
isimler verilir. Damat, büyüklerin elini öptükten sonra ayakta durur. Oturması
için gelinin annesi tarafından bahşiş verilir.Gelinin kaynanası ve kaynatası
ile konuşmamasına söyletme tutma, sessiz konuşmasına da gelinlik etme
denir. Kapalı bir kapta getirilen yumurtayı yemek için, damat veya bir
yakınının bahşiş vermesi gerekmektedir. Gelinin baba evine gelindiğinde, şayet
gelin tarafından damadın ayakkabıları alınmamışsa, bir teki saklanır ve ancak
bahşiş karşılığında geri verilir. Burada dikkat edilmesi gereken husus,
gelinin, kocasının malını benimsemesi ve ona sahip çıkması gerektiği
düşüncesidir.
Aynı şekilde, düğünden sonra kız tarafının erkek evini
ziyarete gelmesine de gavum adı verilir.
Bütün bu örf ve adetler, beraberinde düğünlere has bir
terminolojiyi de getirmiştir. Kültürümüzün zenginliği de buradan kaynaklanmaktadır.
Bölgemizde düğün geleneği içerisinde kullanılan, bizim tespit edebildiğimiz
kelime ve deyimler şunlardir: "Adam yakma, ağartma, ağartma armağan,
ağartmaci, ağırlık, asmak, at satma, ayakeni, baş bağlama, çuval ağzı açma,
damat donatma, danışıklık, değnekçi, duvak düğümü, düğün alayı, düğünlük koyma,
el açma, el öpme, gavum, gelin alayı, gelinci, gelinlik etme, geriliğe gitme,
gelin göçürme, gelin götürme havası, görücü, güvey asma, güvey atma, ilahici,
ip germe, kahya, kalemlik yıkmak, kınacı, kına gecesi, kına yakma, komşu
düğünü, komşu gecesi, konak, küçük düğün, mehdar, mehdar başı, mehdar dağıtmak,
nişan, okuyucu, perşembe hamamı, saçı, saçı toplama, sağdıç (saldıç), sinici,
siniye gitme, söyletme tutma, sini kesme, şişlikçi, şişlik isteme, yedilik,
yiğitbaşi, yolluk, yüz görümlüğü."
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız adet, gelenek ve göreneklerin
benzerleriyle bütün bir Türk coğrafyasında karşılaşmak mümkündür. Başka
kültürlerle yakın ilişkiler içinde bulunan Türk kültürünün bu tip kültürel değerlerini
muhafaza etmesi, hızlı bir değişmenin ve gelişmenin yaşandığı günümüz
toplumunda pek kolay görünmemektedir. Bu türde yapılacak yeni ve kapsamlı
araştırmalar, Giresun için yapılacak en hayırlı calışmalardan biri olacaktır.
Gerek eskiye ait kültürel değerlerin kaybolmaması ve gerek kültürel gelişmenin
sağlıklı devam edebilmesi için, bu tip araştırmaların yeni nesil üzerinde
olumlu etki yapacağı kuşkusuzdur.
Kaynakça:
- Giresun Kent Kültürü- Giresun Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları/