GİRESUN İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ

Giresun'da Müzik Ve Müzik Kültürü

KEMENÇE VE KEMENÇECİLER

Kemençe sözcüğü, Farsça "keman" sözcüğü ile Türkçe' "-ge" küçültme ekinin birleşmesiyle oluşmuştur. Sözcüğün kaynağı konusunda şöyle bir yorum da yapılmaktadır: Yerel söyleyiş, ve Türk diyalektlerine göre kimi yerlerde "ıklığı" adıyla anılırken, kimi yerlerde çıkardığı sesin sivrisinek sesi gibi tiz olması nedeniyle, çeşitli diyelektlerde sivrisinek anlamında kullanılan "kemençe: küminçe-kimin-çe" ve "çibin-çe" denmiştir. Divan'da siv­risinek anlamında "kimünçe" geçmektedir. Kemençe sözcüğü 15. yüzyıl sonlarına doğru kullanılır olmuştur. Daha önceleri yaylı saz anlamında aklıg, gıcak sözcükleri kullanılmıştır. İklif; "oklu, oku olan" anlamına geldiğinden kemençeyle ilgisi ortadadır. Farsça metinlerdeyse bu sözcük yerine "kemence-kemane" geçmektedir. Yaylı sazın Anadolu'da olduğu gibi İran’da da Selçuklular eliyle tanıtıldığı, bu sazın İç Asya'dan geldiği düşüncesi ağır basmaktadır. Kimi Batılı araştırmacıların da Yaylı sazların Asya'dan geldiği düşüncesini savunmalarını da belirtelim.

Anadolu Türkçesinde önceleri iklig sazının yayına "keman", bu sazı çalan da "kemancı" denilmişti. Eski bir Türkçe metinde şu dizeler yer alır:

Geri varam bir kişi yolda gezerdi,

Urur kemancı şeyler, ol ıklığ,

Bizi sevenlere budur konıklık,

Dahi birisin söyler kopuzu,

Cefadır dostlarımın aşı, tuzu.

Asya Türkçesinde dün olduğu gibi bugün de kemençe sözcüğü kullanılmaz. Iklığ ile gıcak sözcüğü kullanılır. Araplar da en eski tip Asya yaylı sazını Farsça "kemençe" adıyla İran'dan almışlardı.

Çalgının deri kaplı yarım hindistan cevizinden oluşan içi oyuk gövdesinin üst kenarına diklemesine bir sap, gövdenin alına da üstteki sap doğrultusunda bir ayak çubuğu takılır. Kemancı o çubuğu yere dayayarak sazı viyolensel gibi tutar, ayakta çalar. Şekil ve kirişler az çok değişikliğe uğrasa da iki, üç, dört tane kıl teller ortak noktadadır.

Gagavuzlar, kemana kemençe derlerdi. Asya'da birçok yerde kullanılan kemençelerin ortak özelliği, hayvan kabuklarından, su kabağından, hin­distan cevizinden, oyularak ağaçtan yapılan küçük bir ses kutusu, uzunca bir sapı bulunmasıdır. Çoğunun göğsü deriden, telleri bağırsak ya da at kılındandır. Günümüzde Asya'daki Türkler kemençelere metal tel de takmaktadırlar.

Avrupa'nın ortaçağ yaylı sazlarını 17. yüzyıl sonlarında önce Anadolu, Anadolu'dan Mısırlılar tanıdılar. Biz "kemençe" dedik; Araplar ise "Kemençe-i rumi" demişlerdir. Roma kemençesi ya da Balkan kemanı anlamına kullanmışlardır.

Türkiye'de üç çeşit kemençe vardır. Birinci ceşit 19. yüzyıl'da lavta ile (Almanca-Arapça: Mızrapla çalınan, gövdesi udtan küçük bir çalgı), köçekçe (çoğu karcığar ya da ağırlama makamında, kıvrak, şen oyun havası) takımlarının başlıca çalgısı olan klasik kemençe. Bu saz büyük bir virtüöz olan Tanburi Cemil Bey'in elinde ince saza girdi. Günümüzdeki klasik Türk müziği topluluklarının vazgeçilmez üç çalgısından (ney, tanbur) biri oldu. Hüseyin Saadettin Arel’de soprano (üst ses) alto, tenor, bariton ve bas kemençeler yaptırarak, Türk müziğinde batı müziğindeki keman ailesinin yerini tutacak bir kemençe ailesi yaratmak istemiş, ama bu tasarısına gerçekleştirememişti. Klasik kemençenin gövdesi yarım armuda benzediği için bu çalgıya "armudi kemençe" de denilmektedir. Üç tellidir klasik kemençe. Arel'in kemençesi dört telliydi. Çoğunda eskiden olduğu gibi bağırsaktan yapılma teller kullanılır. Teknesinin altındaki kuyruk takozu sol dize, 12-15 cm uzunluktaki burgularıysa göğse dayanarak, telleri parmak uçlarıyla basmak yerine tırnaklarla yandan hafifçe itilerek çalınır. Akordu yegah-rast-neva (la-re'-la') biçiminde düzenlenir. Ses alanı çalanın ustalığına bağlı olarak iki buçuk oktavı geçebilir. BeşIi aralıklarla akort edilir. Önce bir dörtlü, sonra bir beşli durumda düzenlenmesi ve dört telli olmaması teknik olanakları azaltır. Bu yüzden dört telli denemeler yapılmıştır.

Klasik kemençe rebapla yakın akrabadır. Çalgının üst bölümü düz, alt bölümü şişiktir. Gövde ve göğüs olarak iki bölümdür. Gövdenin en iyisi karadut ağacından yapılır. Peleseni, ceviz, limon gibi ağaçlardan da yapılabilir. Göğüs (kapak) servi ağacından yapılırsa yumuşak, müzikal; çamdan yapılırsa gür ve tok bir ses verir. Kulak denilen burguları uç tanedir. Fildişi abanoz ya da benzeri sert ağaçlardan yapılır. Burgu 15 cm’dir. Kapakta karşılıklı 4 cm. uzunluğunda iki delik vardır. Delikler aracılığıyla ses dışarı çıkar. Kemençenin yayı abanoz ya da gül ağacındandir. Yay 60 cm’dir. Kılların uzunluğu 46 cm’dir. Çalınırken burgular göğse, geniş alt bölüm de sol düz üstüne konulur. Çalarken telden tele geçmek için, sol el ayasının hafifçe dokunması ile kemençe döndürülür, yay her zaman düz olarak gerilir. Son zamanlarda yaptırılan beş büyük kemençe ile çok sesli Türk müziği çalınmaktadır. Ünlü klasik kemençe sanatçıları şunlardır: Tanburi Cemali Bey, Sotiri, Aleko Bocanos, Paraşko Leondaridis, Ruşen Kam, Fahire Fersan, Haluk Recai, Cüneyt Orhon, Ekrem Erdoğdu.

Günümüzde Yunanlıların lirası, Bulgarların gudulkası ile kuzeybatı Anadolu'da, Ortaçağda Batı Avrupa'da ve Orta Asya'da benzerleri vardır klasik kemençenin.

İkinci çeşit kemençe, Güney Anadolu Türkmenlerinin çalgısı olan Türkmen kemençesidir. Ali Rıza Yalgın, "Toroslarda Karatepeli Bölgesi" adlı yapıtında bölge kemençesini, hem çalınırken hem de çalgı olarak resimlemiş, yayımlamış.. Daha basitçe bir görüşü var bu kemençenin. Bizim Karadeniz kemençesinin daha hantal, daha kabası gibi.

Üçüncü çeşit kemençe, bizim kemençemiz. Doğu Karadeniz kemen­çesidir. Fransızların pochette, İngilizlerin kit adını verdiği yaylı çalgının akrabasıdır. Anadolu'ya ne zaman ve hangi yolla girdiğini belirtmek güçtür. Avrupa'ya Doğu'dan gitmiş, olabilir. Ortaçağ sonları Avrupa halk yaylı çalgıları yaygın olarak kullanılmıştır. Avrupa'da kasaba çalgıcıları kemençe benzeri çalgıları, bu aletin keskin ve yaygaracı sesinden, halk danslarına eşlik etmekte yararlanırlardı. Yüzyıllar boyunca değişikliğe uğradı sözü edilen bu kemençeler: Başlangıçta dört ya da altı çift telli idi.

Görele kemençesi, yürek biçimindeki burguluğu, kısa sapı dar ve uzun gövdesiyle dikkat çekicidir, narindir. Göğsündeki delikler kemanınkini andırır. Bir kuyruğa gövdeye bağlanan teller, eşikle dip eşiğin üstünden geçirilerek akort burgularına bağlanır, sarılır. Göğüsle teknenin dibi arasına can direği denen bir ahşap çubuk sıkıştırılır. Can direği tel köprünün altında bulunur. Can direği ses özelliği kazandırır kemençeye. Can direği olmazsa yeterli ses çıkmaz. Kemençe çalınırken sol elle tutulur, sapından kavranır kemençe, havada durdurulur. Kemençeyi tutan sol el, parmakları tellere basarak istenen sesleri bulur. Sağ eldeki yay tellere sürtülür. Bir tel üstündeki melodi (ezgi, hava) çalınırken kemençenin yayı bu telin yanındaki tele de sürtülür. Kemençe dörtlü paralelle çalışır (ikili, dörtlü, altılı seslere paralel  ses denir). Kemençemizin orta teli (la) ortak çalınır. Orta telle birlikte, ince tele de kalın tele de istenen sese göre birlikte basılır (Kemençede sağ tel kalın, sol tel incedir). Kemençe çalınış, özelliğiyle, dörtlü paralelle çalışma yönüyle doğu tekniği içinde çok sesli tek çalgıdır. Müzikte, çok seslilikle yapı farkı görülür. Doğuda koma sistem, Batıda tampere sistem vardır.

Görele kemençesinin özellikleri kemençe; ardıç, erik, dut, kiraz ağacından yapılır. Kapağı ladin ağacındandır. Kapak kalınsa ince ses, kapak inceyse kalın ses verir. Kemençeyle her ezgi salınabilir. Perdesizdir.

Kulak yeteneğine, parmak yeteneğine bağlı olarak çalınır.


Tekne boyu

41 cm

Tutma yeri (sap, tuşe)

8.5 cm

Baş (kafa)

6.5 cm

Geniş taban eni

10 cm

Dar taban eni

6.5 cm

Derinlik

2.5 cm

Kapak kalınlığı

2 mm'ye yakın

Kulak-Ön yüzeyin üstünde

1.5 cm

Kravat

18.5 cm

Tel alt bağlantı kuyruğu

13 cm

Tel köprüsü genişliği

1.5 cm

Tel köprüsü yüksekliği

1.2 cm

Yay boyu

Aşağı yukarı kemeniçe boyu kadar

Kapak üzerinde bulunan iki çizgi durumundaki cep uzunluğu

5.5 cm

İki cep arası

3 cm

Kemençenin boyu

55 cm

Kemençe yayı get (gef) erik ağacından yapılır. Yay telleri at kuyruğundandır. Yay tellerine refine (kolofan) sürüldükten sonra çalınır.

Kemençe çalanlara, kemençe sanatçılarına Kemençeci denir Görele'de. Kemençeci, halk edebiyatımızdaki ozan tipidir. Mani, türkü yakıcısı, yerine göre de öykü anlatıcısıdır. Düğünden düğüne, köyden köye gezdiği için de kültür taşıyıcısı, haber taşıyıcısıdır. Eğlenceden, konuşmaktan zevk alan, şakacı, güleryüzlü, esprili, hazırcevap kişiliği vardır kemençecilerin. Sözü, söyleyişi dinlenir, toplantıların, eğlencelerin şenliklerin aranan adıdır. Kesme türkü (kemençe türküsü, mani) yaratıcısıdır. Ancak yarattığı ürünlerde aşık edebiyatımızda olduğu gibi kendi adını söylemez; bunu alçak gönüllükle açıklamak uygun düşer belki de...

Kemençeciler çocukluk döneminde dışa vuran kemençeci olma tutkusu doğrultusunda bir kemençe edinerek yay sürtmeye başlarlar. Bu bir onmaz tutkudur. Dur durak, gece gündüz yoktur artık. Çevredekilerin bunaltılması da çabası... Bu dönemde yakınlarından şamar yiyen, kulağı çekilen, kemençesi kırılan, evden kovulan, samanlıklarda, tamlarda yatan çoktur. Dedik ya bir tutkudur bu, bir yeteneğin yansımasıdır, ne olursa olsun, sonunda ustaların çalışlarına da dikkat kesilerek bir bakmışsınız, bizim beğenmediğimiz, alaya aldığımız oğlan düğünlerde çalmaya başlamıştır, ustaların yanında. Eskiden bir inanç vardı: Bir çeşmenin yalaktasını kırarsa kemençe heveslisi, çalgıyı daha kolay, daha çabuk öğrenirdi. Kısası yeni yetmeler yalnız çevreyi rahatsız etmekle kalmaz bir çeşmenin de kırardı kolunu budağını:

Bir kurşun atacağım

Çeşmenin yalağına

Dulanırım adamın

Kırmızı yanağına

Kemençeye başlayanlar ilk zamanlarda, çevredeki ustalara öykünürler. Köprünün altından sular akıp da ustalaştığındaysa Karaman gibi çalmak, Piçoğlu gibi çalmak düşlenir. Karaman gibi çalmak bir düştür, düşünce ucu  bucağı yoktur, sonsuza doğru akar durur.

Görele sanata yatkın insanlar yeridir. Şairler, ressamlar, kemençeciler, araştırmacılar, yazarlar yöresidir. Bir bakarsanız kemençe, bir bakarsanız saz (bağlama) duygulandırmıştır, coşturmuştur insanımızı. Görele çalgıya, kemençeye çok düşkündür. Yörede çalgı çalmak geleneğin, kültürün bir parçasıdır. Yaşam biçimidir çalgı Görele'de; çocuk doğar, sevincini yaşama eğlencesinde kemençe vardır. Sünnet düğününde kemençe vardır. Bayramlarda, eğlencelerde, ekin kazmalarda, nişanlarda, düğünlerde, yediliklerde, asker uğurlamalarında, şenliklerde kemençe vardır... Görele Sağlık Köyünde (Çürükeynesil Köyü) yaptığımız araştırmada, geçmişe doğru bakıldığında her evde kesinlikle çalgı çalan birisi yetişmiş...

Görele, kemençenin en yaratıcı, en kıvrak, en içli çalındığı yerdir, Bu özelliği büyük ustalar yetiştirmesinden ileri gelir. Ustalık yaratıcılıktır. Var olanı en özgün biçimde yaşatmanın yanında yeni ürünler yaratmayı da gerektirir. Görele’deki ustalar "sanatçılığın bu doğal, ama çok zor yanını" yerine getirdikleri için büyüktürler. Başkalarını etkiledikleri, kalıcı oldukları için süreklidirler, zamanı yenmişlerdir. Trabzon-Rize yöresinden de Ferhat Özyakupoğlu, Hasan Sözeri gibi ustalar çıkmıştır ama hiç biri Tuzcuoğlu Mehmet Ali'nin, Karaman’ın, Piçoğlu'nun büyüklüğünü, yaratıcılığını yakalayamamışlardır. Bizim ustalar, öykülere, efsanelere yansımış, fıkralara konu olmuş, romanları yazılacak denli renkli yaşamları birikimleri ve çok yönlülükleriyle ayrı ayrı araştırmaların konusu olmayı çoktan hak etmişlerdir.

Tuzcuoğlu, adıyla anılan ezginin horanın yaratıcısıdır. Otçu göçü geleneği içinde yaylaya çıkılırken sürülerdeki koyun, keleğin, zilin sesleriyle doğadan yankılanan çağlayanların, dal hışırtılarının, kuş türkülerinin rüzgâr okşayışlarının seslerinden esintilerle oluşturmuştur senfonisini. Günümüzde Tuzcuoğlu ezgisi de, horanı da yitmek üzeredir. Ezgiyi geçmişte en doğru biçimde Karaman ile Hacıali Özdemir çalmıştır. Ezgi çok sesliliğin en güzel, en etkileyici ürünüdür. Ezgide açık ses hiç yoktur. Tuzcuoğlu horanı genelde kıyı kesimde oynanan bir oyundur.

Karaman (Halil Kodalak) kemençenin virtüözüdür. Kemençede gelmiş geçmiş en büyük, en ulaşılmaz addır. Karadere köyündendir. Babasının adı, Süleyman, annesinin adı Esma'dır. 1878-1964 yılları arasında yaşamıştır. Karaman'ın kemençede ustası Kandahor köyünden Kuyucuoğlu ile Tuzcuoğlu'dur. Çeşitli savaşlara katıldığı için Karaman (Kahraman) adıyla ünlenmiştir. İstanbul’da saraylarda çalmış, oynatmıştır. Radyoevine de girmiştir. Bölgede çalınan birçok ezginin, oyunun yaratıcısıdır. Kendisiyle tüm düğünlere giden, her kalkışta oynayan arkadaşı Hasbal Keskin için ‘Hasbal’ havasını yapmıştır. Düğüne gelenleri karşılama havası olarak çalınan Cezayir'de Karaman’ın düzenlemesidir. Şırıp şırıp oyun havası da onundur. Horan oynanırken geçilir şırıp şırıp havasına, Karaman dışında hiçbir kemençeci oyun sırasında bu havaya dönememiştir... Karadere'de ilahili bir düğün yapılacaktır. Ama düğüne pek gelen olmaz. Sonra Karaman'ı çağırırlar. Gelir, çalmaya başlar Karaman, bir büyük düğün olur. Horanın halkası genişler iyice. Karaman düğünü yansıtan bir türkü yakar:

Mayıs ayı gelende

Balıkçı göle daldı

İmam ile bayrağı

Bakın kapıda kaldı


Horanın sonuna doğru bahşiş toplamaya başlar. Muhtarın verdiğini beğenmez:

Baktım da göremedim

Gözünün karasını

Bakın da geri verin

Muhtarın parasını

Cevdet Çağla’nın radyoda yönetici olduğu sıralarda Karaman'da radyodadır. Sınır tanımayan, disipline girmeyen, kendi kafasına göre yaşayan bu büyük usta fazla kalmaz radyoda. Ondan, yarattıktan, yetiştirdikleri dışında ses kalmadı. Karaman ekolünde çalan kemençecilerimiz şunlardır: Hacı Ali Özdemir (1904–1979), Kemal Caba (1925–1956), Nazmi Özdemir (1937), Sabri Özdemir (1937–1994), Sami Günay (1938), Hüseyin Özdemir (1948).

1901–1946 yılları arasında yaşayan Piroğlu (Osman Gökçe) gerek hareketli yaşamıyla, gerekse doldurduğu plaklarla adından en çok söz ettiren kemençecimizdir. Çok iyi bir icracı olmasının yanında Trabzon, Görele, Giresun, Şebinkarahisar yörelerinin türkülerini de seslendirmede ustadır. Karaman'dan etkilendiği, ustasının Karaman olduğu söylenir. Karaman’ın yaşını göz önüne aldığımızda bir gerçeği yadsıyamayız. Ancak çeşitli aktarmalarda Karaman'dan, gizlice köprü altına ya da ahıra saklanarak kimi söylentilere göre Tuzcuoğlu, kimi söylentilere göre ise Kitink havasını öğrendiği insanlarımızın söylence yaratma duygusunun sonucu olsa gerek. Çünkü Picoğlu plaklarına Tuzcuoğlu'nu çalmamıştır. Bunun üzerinde durulmalıdır. Ayrıca geleneksel yapıya baktığımızda hiç bir kemençecinin bir ezgiyi başkasından gizlemesi olası değildir. Çünkü tüm ezgiler düğünlerde, bayramlarda, eğlencelerde, şenliklerde çalınır. Piroğlu ekolünü günümüzde Şirin Öztürk sürdürmektedir.

Asıl adı Kemal İpşir olan Durkaya (1911–1989) da kemençeye can katan ustalardandır. Giresun'da Velioğulları'nda çoban dururken çocuk yaşlarda kemençeye başladığı söylenir. Ustası Karaman’dır. Yay atma ustalığının yanında hikâye yaratıcısıdır da. Özellikle yaşadığı bir olayı söze, ezgiye dökerek anlattığı, "Cenaze çağırma" dillerdedir. Durkaya ekolünü, Sis Dağı şenliklerinin vazgeçilmez kemençecisi Kâtip Şadi (1938), Şenel Dandın sürdürmektedir.

Kemençe türküleri; atma türkü, kesme türkü, mani sözleriyle de tanımlanır. Kemençeciler türkü yaktıktan, türkü attıktan gibi insanlarımız da sırası geldiğinde taşı gediğine koymak için bu yolu seçerler. Örneğin bir düğünde coşarak oynayan bir gençle alay eden, genci aşağılayan birisi şu karşılığı alacaktır:

Yârimin adı melek

Yârin giydiği yelek

Seyredeceksen seyret

Rezillik nene gerek


Kemençe için yakılmış, manileri örnekleyelim:

Kemençemin başına

Seni yazarım seni

Sol yanımdan vuruldum

Aksin kamm gimene

Kemençemin başına

Boya vururum boya

O orta başlarına

Sarılsam doya doya

Kemençemin başına

Vururum tırak tırak

Seni gâvurun kızı

Ya al beni ya bırak

Kemençe çala çala

Çıktım bir ince dala

Ben o yârin yüzünden

Oldum köyde budala

Kemençemin üstüne

Vuracağım reçine

Yaz ayları gelince

Benzersin güvercine


Kemençemin üstüne

Seni yazarım seni

Ya sen güzel olmasan

Ya görmesem ben seni



GİRESUN’DA KULLANILAN ÇALGILAR HAKKINDA GENEL BİLGİLER

      

       Davul-zurna, kemençe ve bağlama genelde yaygındır. Bağlama, Giresun merkezinde yaygındır. Kemençe ise Trabzon’a yakın ilçelerde ve Kelkit Havzası dışında kalan iç bölgelerde yaygın olarak kullanılır. Kaval, oyun müziklerinde çeşitlilik yaratmak amacıyla son zamanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Klarnet Bulancak ilçesinde yaygın olarak kullanılır. Giresun merkezinde ve diğer ilçelerde pek rastlanmaz.

       Yörenin oyun havaları, her yörede olduğu gibi sözlü ve sözsüz olmak üzere iki bölümde toplanmaktadır. Doğu Karadeniz Bölgesinde ve Giresun yöresinde de bu böyledir. Bilhassa atma türkülerde ve horon türkülerinde son hece söylenmemektedir. Nedeni ise; hem oynayıp hem söylemek çok zor bir iştir. Hem ritminde oynayacak, hem söyleyecek, bu nedenle ritim ve melodinin büyük bir bölümünü nefesle idare eder ve son heceyi nefes almak için yutar. Bu tavırsal söyleyiş çok eskilerden günümüze kadar gelmiştir. Ancak aynı horon türküsü oynamadan söylendiğinde yine son hece söylenmez ve yutulur ki sözün o kısmını da siz anlayın anlamı içerir. Bu gelenek yörenin tavrını da oluşturmaktadır.

       Bağlama: Giresun ilinde özellikle karşılama oyunlarında sıkça çalınır.

       Kaval: Dilsiz Kaval veya Çoban Kavalı olarak çalınır. Bu sazımız boyut itibari ile standart bir şekil göstermez. En küçük dilli kavallar boyutundan başlayarak en büyüklerine kadar örneklerine rastlamak mümkündür.

      Bu sazın ön yüzünde yedi perde deliği, arka yüzünde ise bir perde deliği bulunur. Su kamışı dahil her türlü ağaçtan yapılabilir. Fakat en iyisi yabani erik ve gül ağacından yapılanıdır. Ses genişliği 3 oktav kadardır. Koma sesler dudak marifetiyle yapılır. Yine çalarken horlatma veya sızlatma denilen bir teknikle sesi bir oktav tizi de çıkarılabilir. Bu kavallarda ezgi çalmaya müsait perdelerin dışında, kavalın uç tarafına doğru, perde olarak kullanılmayan birkaç delik daha açılır. Buna cin deliği veya şeytan deliği denir.

       Klarne: Bulancak ilçemizden başlayıp Ordu iline kadar olan bölgede görülür. Abanoz ağacından, ya da metalden (bakır, pirinç) yapılır. Üflemeli çalgılar sınıfındandır. Pek sıklıkla kullanılmayan bu saza yörede “Gırnata” da denilmektedir.

       Kemençe:  “Karadeniz Bölgesinde yaygın olarak kullanılan bir çalgıdır. Kemençenin gövde kısmı genellikle erik, taraklık, dut ağacından, kapağı ise ladin ağacından yapılmaktadır. İnce teli “mi”, orta teli “la”, kalın teli ise “re” seslerine akort edilmektedir. Eşik; göğüsün dibindeki direk ve tabana oturmaktadır. Kemençe Orta Asya kökenli bir çalgı olup, Selçuklularla Anadolu’ya geldiği sanılmaktadır. Yörede en sık kullanılan çalgıdır.

       Zurna:“Kamışlı, nefesli sazlar grubuna girer. Küçüklerine cura zurna veya zil zurna, orta büyüklükte olanlarına zurna, büyüklerine kaba zurna denir. Giresun’da yaygın olarak kullanılan cura zurnadır. Bazı müzisyenler zurnayı da tercih etmektedirler.

       Zurna üç parçadan oluşur. Büyük parçası lüle (gövde), kamıştan yapılan küçük parçası zipçik adıyla bilinir. Kamışla büyük parça arasındaki parçaya ise dil denilir. Dilin büyük bir kısmı lülenin içine girer. Lülenin ön kısmında yedi, arka kısmında ise bir delik bulunur. Kamış bölümüne daire şeklinde bir parça geçirilir. Buna ise ağızlık denir.

       Davul: Davullar; kimi savaş, kimi düğün töreni çalgısı olur. Çeşitli ritüellerin her zaman baş çalgısı olmuştur. Bütün Türk aleminde olduğu gibi baş çalgı ve sazların babasıdır.  Yörük oymakları büyük davullara kara davul, küçük davullara cura davul adlarını veriyorlardı. Giresun yöresinde çoğunlukla cura olarak adlandırılan davul kullanılmaktadır.



Kaynakça: 
- Giresun  Kent Kültürü- Giresun Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları/