İnsan davranışlarının tümü öğrenilmiş davranışlardır. İnsan, öğretilmezse hiçbir şey yapamaz. Bizden öncekilerden aldığımız bilgi ve görgüyü uygulayabildiğimiz ölçüde kültürümüzü ortaya koyarız. Öğrendiklerimizi bizden sonrakilere aktarmak suretiyle de kültürel sürekliliği sağlarız. Sosyal normlar bu süreçte aktarılan bilginin hem bir parçası hem de bilginin, görgünün korunmasını sağlayan unsurlardan biridir.
Türklerde sosyal hayatın merkezinde aile ve akrabalar yer alır. Sosyal yapı ve kuralların öğrenildiği en önemli yer de ailedir. Bundan dolayı da evlenmek, hane sahibi olmak, yeni bir statüyle birlikte sosyal hayata dahil olmak anlamına gelir. Belli bir yaşa geldiğinde genç erkeklerin ve kızların mutlaka evlenmeleri gerekiyordu. Yaşı ilerlediği halde bekâr kalması ne kadın ne de erkek için tercih edilmeyen bir durumdu.
Yeni gelinlerin gelin oldukları evde uymaları gereken kurallar vardır. Gelin, kaynana ve kaynata vesair aile efradıyla en az bir yıl konuşmamak, kendisine söylenen her şeyi yapmak durumundaydı. Gelinlik, gelinlik tutmak denen bu süreç boyunca gelin, meramını mimikleriyle veya evdeki küçük çocuklar aracılığla ifade ederdi (Okutan, 1949: 320).
Osmanlı Devleti döneminde hukukî süreçler islamî esaslara göre işliyordu. Anlaşmazlıkların çözümü için dinin emrettiği kurallara göre kararlar alınırdı (şer’i hukuk). Bunun yanı sıra Osmanlı dönemi hukuk sisteminde geçerli bir diğer kategori olan örfi hukuk ise, gelenek ve göreneklere göre belirlenirdi. Örfi hukuk da yine şer’i hukuka bağlıydı, yani şeriata aykırı bir karar söz konusu olamazdı. Bugünkü Türkiye’nin mazisinde asırlarca geçerli olan bu düzen, sosyal kuralların da esas kaynağıdır. Şer’i hukukun uygulayıcıları olan kadılar, hem dinî hem de idari statüleri nedeniyle bulundukları bölgede otorite konumundaydılar.
Osman Devleti döneminde medreseler, din eğitimi ve bunun yanı sıra başka ilimlerin tahsil edildiği mekânlardı. Ülkenin her yanında çok sayıda medrese bulunuyordu. Girsun’daki medreselerin sayısı 20.Yüzyılın başlarında yüzü aşmıştı (Bal, 2014: 139). Din adamları ve medrese tahsili görmüş kişilerin varlığı, geçerli olan sosyal normların dini kurallara göre biçimlenmesini sağlamıştır.
İnsanların bir arada bulunduğu ortamlarda huzur ve sükûneti sağlamak için belli kuralların gözetilmesi gerekir. Geçmiş yıllarda insanların camilerden sonra sosyal ortam olarak kullandıkları mekânların başında kahvehaneler geliyordu. Her yaştan ve meslekten insanın aynı mekânda uzunca bir süre memnun olarak zaman geçirmesi mümkün olamayacağı için gençler için başka yaşlılar için başka kahvehaneler bulunurdu.
Kır-köy yerleşimlerinde eğitim ve iletişim olanaklarının artmasından evvel pekçok vukuat köyün ihtiyar heyetinin çabalarıyla çözümleniyordu. Arazi taksiminden doğan anlaşmazlıkların büyümemesi için aile büyükleri veya köyün ihtiyar heyeti toplanıp meseleyi tatlıya bağlamaya çalışırlardı. Sosyal hayatı düzenleyen kurallar sadece ifa edildiğinde cezayı gerektiren suçu engellemeye yönelik değildir; sosyal normlar toplum içinde bireylerin hemen her hareketinin o topluma göre nasıl olması gerektiğini tayin ederler. Toplumun ürettiği sosyal kurallar tatsız, keyif kaçırıcı durumlar yaşamamak için de gereklidirler.
Kalabalık toplantılarda yaşı büyük olanlar yüksek yerde, baş köşede oturur. Misafirlikte ev sahibinin yemek sofrasına oturmaması, misafirin ev sahibinden evvel yemek masasına oturması, yemeğe ev sahibinden evvel el uzatması, ev sahibinin misafirden evvel sofradan kalkması ayıp sayılır.
İmeceler
Köylüler ekin, hasat ve odunculuk gibi işlerinin yanı sıra yol, cami, çeşme yapımı ve onarımı gibi işlerde el birliği yapar, yardımlaşırlardı. İmeceler yapılan işe göre adlandırılırlardı; odun imecesi, fındık imecesi gibi. İmece için toplanan insanların başında haylakçı veya meymar diye anılan biri bulunur (Küçük, 2017: 1851). Çalışma düzenini bu kişi belirler.
Uzun kış gecelerinde yapılan imecelerde hikâyeler anlatılır, mani ve türküler söylenir. İmeceden bir gün önce imece sahibi komşularına imeceyi haber ederdi. Bir engeli olmayan herkes bu davete icabet ederdi. İmeceler karşılıklı olurdu; bugün sana yarın bana. Yalnız fakir ve gariban kimselere karşılık beklemeden yardım edilirdi.
İmece geleneği halen devam etmekle birlikte eskisi kadar güçlü, kalabalık ve yaygın değildir. Bunda mısır tarlalarının çay ve fındık bahçesi yapılması, mısıra olan ilginin azalması ve mısır ekmeğinin sofralardaki yerini buğday ekmeğinin alması, artan nüfusla beraber ziraat yapılan alanların küçülmesi ve değişen beslenme alışkanlıklarının da büyük rolü vardır (Kutlu, 2011: 113).
Bel İmecesi
İmece sahibi ertesi gün yapılacak imeceye komşularını akşamdan çağırır. İmeceye çağıranlar ertesi sabah belleri ile birlikte iş yerine giderler. Akşama kadar süren çalışmalarda tüm çalışanların öğle yemeğini imece sahibi verir.
Ekin İmecesi
Ekin imecesi yemeksiz olup kuşluk vaktine kadar devam eder. Tarla üzerine mısır atılır ardından tarlanın kazılmasına başlanır. Ekin imecesinde genellikle bir kemençeci bulunur ve kemençe eşliğinde türküler söyler. Çalışanlar kazmaları müziğin ritmine uyarak aynı anda indirerek keyifle çalışırlar.
Mısır İmecesi
1950’li yıllara kadar doğu Karadeniz’de tarla ve bahçelerin hemen tamamında mısır ekimi yapılıyordu. Mısırdan elde edilen mısır unu yöre mutfağının başlıca ürünüydü. Mısırın ekimi, hasadı gibi yemeğe dönüşene kadar geçirdiği süreçlerin tamamında gerekli işler imece usulüyle yapılırdı. Komşu evlerin sakinleri sırayla birbirlerinin işlerini görürü, bu imeceler vesilesiyle komşular arasındaki sosyal ilişkiler pekişir, sözlü kültür ürünleri icra edilirdi.
Mısır imeceleri çeşitlidir. Aşamaları şu şekilde sıralanabilir (Kutlu, 2011).
1- Tarlanın bellenmesi
2- Tohum ekimi
3- Fide ayıklama (Sık şekilde yetişen mısır filizlerinin seyreltilmesi)
4- Ot temizleme (zararlı otların temizlenmesi)
5- Hasat
6- Mısır soyma, kurutma, tanelerin ayıklanması
7- Hasat sonrasu tarla temziliği (Tarladan mısır gövdelerinin kesilip toplanması)
Mısır imecelerinde gençler sevdiği oyunları oynar, hem çalışır hem eğlenirlerdi. Gece yapılan tane ayıklama gibi imecelere daha çok gençler katılırdı. Mısır tarlalarının azalmasıyla birlikte mısır hasadıyla ilgili imeceler de artık mazide kalmıştır.
Fındık Toplama ve Soyma İmecesi
Eskiden olduğu gibi günümüzde de fındık toplama imecesinin aynı şekilde devam etmesinin aksine fındık soyma imecesi artık yapılmamaktadır. Bu imecenin ortadan kalkmasının nedeni fındık soyma makinelerinin çıkmasıdır.
İnsanlar arasında yardımlaşmanın kurum halini almış biçimlerinden biri olan vakıflar yine dinî arka planı olan kurumlardan biridir. Halkın ihtiyaç duyduğu cami, han, hamam ve benzeri pek çok yapı vakıflar aracılığıyla, insanların yardımlarıyla yapılıyordu. Giresun ili vakfiyelerinde; 272 cami, 17 medrese, 2 sıbyan mektebi, 11 zaviye-tekke, 2 han adı geçmektedir (Bal, 2014: 139).
Meslek Hukuku
Geçmiş yıllarda köy işleri ve köy halkının yararına olan yol yapımı, köprü, değirmen, fırın yapımı-onarımı gibi işler köy halkının bir araya gelerek oluşturduğu imecelerle yapılırdı. Yapılan işe göre imecenin adı belirlenirdi; odun imecesi, yol imecesi gibi. Küçükbaş hayvancılıkla meşgul olan köylüler koyun kırkma işi için de imece yaparlar.
Yapılan iş ne olursa olsun elde edilen kazanç bugün olduğu gibi hesap edilebilen, sayısal değerle ifade edilmeyebiliyordu. Kazançtan ziyade kazanılan paranın bereketine kıymet veriliyordu. “Bereket” diye tabir edilirdi işlerin yolunda gitmesi, zanaatkârın kimseye muhtaç olmadan, işlerini devam ettirmesi. İş yerinin bereketini sağlamak için de hem yapılan işe hem de çalışılan mekâna saygı duyulur. Tezgânın üzerine oturmak saygısızlıktır, dükkânın bereketini kaçırır. Tarlasını süren çiftçi için de geçerli bu; çift sürüldükten sonra boyunduruğu hayvanın sırtından yere indirip bırakmak emeğe ve ekine saygısızlıktır. Bu nedenle boyunduruk yere bırakılmaz, mutlaka zemine göre dik konumda duracak şekilde bırakılır.
Kaynakça:
- Giresun Kent Kültürü- Giresun Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları/